TEZEĞİN ISITMA GÜCÜ
18 Kasım 2018, Pazar 10:16Bir insanın kendi kültürüne yabancılaşmanın ekonomik versiyonu babadan-deden kalan mesleğe yabancılaşmadır. Bu durumda nasıl kültürel aidiyetler yabancılaşma sonucu tanınmaz, küçük görülür ve horlanıyorsa babadan-dededen kalan meslek de bu şekilde küçük görülür, tanınmaz ve hor görülür.
Kültürel aidiyetleri kendi yaşam tarzına uygun görmemek pek doğal bir durumdur. Uygulanır-uygulanmaz o kişiden kişiye değişir ama ortada bir saygı olduğu aşikardır.
Fakat ekonomik boyuttan düşünürsek, babadan-dededen kalan mesleğin yapılmaması ve hatta küçük görülüp horlanması, şimdiyi ve geleceği direk etkileyen bir durumdur.
***
Nasıl mı?
Eskiden Türkiye’nin yüzde 80-90’ı tarım toplumuydu. Fakat zaman geçtikçe bu durum değişti. Şimdi ise Türkiye’nin yüzde 80’i şehirleşmiş durumda.
Hal böyle olunca eskiden babası koyun otlatan, annesi inek sağan ve hatta tezek ile ısınan insanların çocukları şimdi bir buzağı ya da inek görünce ürküyor, tezek görünce yüzünü buruşturuyor ve bu durumda atadan kalan mesleğe yabancılaşmış oluyor. Eskiden kendi kendine yetebilen bir ailenin çocukları artık üretmeden sadece sürekli tüketiyor.
***
Bir ülkeyi bir aileye benzetirsek; önce tarım toplumundan yola çıkarak 10 kişilik bir ailede iki yönetici var, bu yöneticiler anne ve babadır. Geriye kalan 8 kişi ise halktır. Diyelim ki geriye kalan sekiz kişiden iki kişisi de halen çocuktur. Tabi tarım toplumunda çocuğun kuvvetli ve iş görür olması halinde iş yapamaz gibi bir durum yoktur. Bu ailenin her ferdi, yani yöneticisinden halkına kadar herkes üretmenin peşine düşer. Yapılan üretimden sonra buğdaydan ekmeğini, sütünden peynirini, dağda topladığı ve bostanında ektikleriyle meyve ve sebzesini, hayvanların dışkısıyla ısınma ihtiyacını giderebiliyor. Yıllık bazda düşünüldüğü zaman, ihtiyaç duyduklarından daha fazla bir üretim var. Böylece ihracat yani dışarıya ürettiklerini satma durumu yaşanıyor. Eğer dışarıdan her hangi bir tüketim malzemesi giriyorsa da bu dışarıya satılan ürünlerden çok azdır.
***
Şimdi ise şehirleşmiş toplumdan yola çıkarsak, 10 kişilik bir ailede yine anne ve baba yöneticidir. En iyi şekilde hayal ve hesap edersek iki kişi çocuk yaştadır. Geriye kalanlar belli bir maaş karşılığında çalışıyor vaziyettedir. Tabi annenin evde olma ihtimali de, geriye kalanların düşük maaşla çalışma ihtimalini de ve hatta iş bulamama ihtimalini de düşünmeniz gerekmektedir. Evde tüketilen her şey ithaldir. Ekmeğinden peynirine, suyundan ısınmasına her şey ithaldir yani dışarıdan satın alınarak alınan mal veya ürünlerdir. İhracat var mı? Olursa o da ailenin herhangi bir ferdinin fikir satması veya ihraç etmesidir. Bu fikir ihracı bilim ve teknoloji şeklinde düşünebilirsiniz. Fakat bilim ve teknolojinin tarım toplumundan çıkmayacağı yazılmış bir kural değildir. Bu konudaki avantaj her iki toplum çeşidinin elinde vardır. Yani sadece şehirleşmiş toplum yapısına ait bir sektör değildir.
***
Daha iyi anlaşılması için ihracat ve ithalat durumunu Prof. Dr. Özgür Demirtaş twitter hesabında çok iyi bir şekilde özetledi aslında: “Ekonomi bir futbol maçı ise: İhracat attığın Gol, İthalat da yediğin Goldür. Attığından fazla yersen Dış ticaret açığı verirsin. Attığın gol (ihracatın) istediği kadar rekor olsun, Yediğin gol (ithalatın) daha fazlaysa, maçı kaybedersin...”
***
Şimdi yukarıda fikir ihracı, bilim ve teknoloji dedik ya, gerçekçi düşündüğümüz zaman diğer ülkelere oranla bu alanda da gerideyiz. Zaten kabul görülen şöyle bir tespit daha vardır: “Bir ülke tarım ülkesi olmadan sanayi ülkesi olamaz.”
Manası çok derin ve açık. Yani kendi kendine yetebilen bir ülke olmadan, ekonomiyi sağlam bir kazığa bağlamadan çıkılacak yol, doğru yol değildir.
***
Geçtiğimiz günlerde yeni ismiyle Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’yi çıktığı televizyon programında dinledim. Daha önce hiç dinlemediğim için Bakan Pakdemirli karşısında içimde bir önyargı vardı. Bu önyargı ise konuşurken kem küm eden, belki de ne dediğini bilmeyen, işten anlamayan, vizyonsuz ve daha birçok olumsuz düşünceyi barındıran bir önyargıydı.
Fakat bu önyargılarım Pakdemirli’yi dinledikten sonra tuzla buz oldu. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’tan sonra bakanlığını içime sindirebildiğim ikinci isim oldu. Çünkü ortada bir vizyon var. Tevazu sahibi bir isim var. Gerçekçi düşünen, şimdiyi ve geleceği okuyan bir beyin var. Yaptığı görevi kısa sürede benimsemiş ve benimsemekle yetinmeyip sevmiş, sevdiği için de koşturan bir bakan var. Geri dönüşümden, tasarruftan, artıklardan enerji üreteceğimizden bahseden bir insan var. Böyle olunca ‘Bakan’a ısınmadım, bir güven duygusu oluşmadı’ dersem yalan olur.
***
Asıl konuya dönecek olursak; her ne kadar şehirleşmiş bir toplumun çocukları olmaya başlarsanız başlayın, babadan-dededen kalan mesleğin unutulmaması gerekiyor. Özellikle tarım ve hayvancılığın unutulmaması elzem bir durum. Unutulması, hor veya küçük görülmesi durumunda bir süre sonra tarım ve hayvancılıkla uğraşan çok az kişi kalmış olacak.
Tüketim toplumu olma yerine üreten bir toplum olmak kulağa daha hoş geliyor. Evet, tüketeceğiz ama üreteceğiz de. Üretimimiz tüketimimizin altında kalırsa tüketiciyiz, üstüne çıkarsa da üreticiyiz. Bu denklemde göre siz de hesaplayın, üretici misiniz yoksa tüketici mi?
***
Size bir sır vereceğim. Bu toplumu kim kurtaracak biliyor musunuz? Kendini geliştirmekten vazgeçmeyenler, okuyanlar ve okumaya başladığının sonunu getirebilenler! Yazının doğru veya yanlış olma ihtimali var. Yazılanlara katılırsınız veya katılmazsınız o da var. Ama önce birbirimizi dinlemeyi öğrenmemiz gerekiyor. Birbirimizi dinlemeden buz kalıplarına dönüşmüş olan önyargılar kırılmaz. Benim Tarım Bakanı Pakdemirli’yi dinlemem gibi. Bunun için de okumamız gerekiyor. Evet, çok basit O-KU-MA-MIZ! Okurken de tezek gibi bir gerçeğin ismini duyduğumuz zaman yüzümüzü buruşturmamamız lazım. Unutmayın her gün elinde bir tezekle okula giden bir nesil var karşınızda…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum