BİR ON YIL DAHA (1)
12 Aralık 2024, Perşembe 17:1310 Kasım Atatürk' ü Anma Töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan,"Şayet, Gazi'nin ömrü ve sağlığı en azından bir 10 yıl daha ülkeyi yönetmeye el verseydi, hiç şüphesiz 2. Cihan Harbi sonrası bambaşka bir Türkiye görecektik" ifadesi ile duygu ve düşüncesini dile getirdi.
Atatürk; dünya siyaset tarihinde bu güne kadar yapılamayan büyük bir devrimi gerçekleştirerek emperyalist işgalinden kurtardığı vatan toprakları üzerinde bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurdu. Saltanatı kaldırdı, yurttaşları kapı kulu olmaktan kurtardı. Halifelik makamının ulusal egemenlik anlayışına aykırı bir kurum olması nedeniyle TBMM de yapılan düzenlemeyle halifelik makamını kaldırdı. Bu devrimler sayesinde; yurttaşlar demokratik, laik bir hukuk devletinin eşit bireyleri oldu.
Her fani gibi bir gün canından çok sevdiği milletinden ayrılacağını bildiği için,”Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacak, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır“ dedi, bir yandan yurttaşları acı gerçeğe alıştırmaya çalışırken öte yandan Türkiye Cumhuriyetini korumak ve ileri medeniyetler seviyesinin üzerine çıkartmak için onlara ilelebet sürecek kutsal bir görev verdi. Bu noktada durup biraz düşünmek gerekir. Yüz yaşını bitiren Cumhuriyetimiz için Millet olarak biz ne yaptık, ne yapıyoruz? Bence biraz geç bile kalmış olmamıza rağmen; akşam başını yastığa koyan her yurttaşın; bugün ülkem ve milletim için ne yaptım, oylarımla yönetime getirdiğim siyasetçiler; vatan ve millet için bugün ne yaptı diye sorgulaması gerekir.
İkinci dünya savaşı sonrasına gitmeden, önce bugün yaşadıklarımıza bakmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Dünyada her alanda çok hızlı bir değişimler, gelişmeler oluyor. Her kademedeki yöneticiler değişimlerden nasıl etkileniyor, hangi gelişmeyi örnek alarak, ne yapıyor? Sorunlara çözüm üreten politikalar üretebiliyor mu? Eğitimde, sağlıkta, adalette, iç ve dış politikada, güvenlikte, savunmada, teknolojide, sanayide, tarımda, hayvancılıkta, barınmada, ulaşımda, enerjide, çevrede, bir fizibilite çalışması bile yapılmayan israf ihalelerine emsallerinden çok fazla para akıtılarak servet transferi yapılıyor mu? Sözleşmelerde; uyuşmazlık halinde çözümün Londra mahkemelerinde aranacağı şartı nasıl kabul edilebiliyor? Anayasaya uyuluyor mu?
Belediyeler: Halkın sağlıklı bir kentte yaşama talebini duyuyor mu? Kent halkının belediye hizmetlerine hızlı, rahat ve ucuz ulaşmasına yönelik ne yapılıyor? Depreme hazırlıkta mesela hangi noktadayız? Örgütlenerek, eğitim, tatbikat v.b. çalışmalar yapılıyor mu? Mevcut yapı stok’ u gözden geçirilerek, güçlendirme veya yıkım kararı onayında hangi aşamaya gelindi? Kentsel dönüşüm için uygun finans kaynağı bulundu mu? Kente sağlıklı ve yeterli içme suyu sağlamak için ne yapılıyor? Yoksa; hiçbiri sorun değilmiş gibi imar ve ihale rantları ile servet transferi aynen devam mı ediyor.
Geçen yüz yılda iyi işler yapıyoruz derken, büyük yanlışlar yaparak kendi yarattığımız sorunlarla çok uğraştık, enerjimizi boşa harcadık. Gelecek seçimi değil, gelecek nesilleri düşünüyoruz iyi bir slogandı. Sadece slogan kaldı, her zaman gelecek seçimlere yönelik çalışma yapıldı. Oysa yapılan hatalardan ders çıkartmak ve artık başka bir hataya izin vermemek gerekirdi, olmadı. En büyük hatalardan biri; kurumlara yönetici atarken liyakate dikkat edilmedi. Atamalar sırf “benden olsun” mantığı ile yapıldı, her defasında hatanın bedelini bu fakir millet ödemek zorunda kaldı.
Bir örnek verelim: Pandemi sonrası (2021) dünyada tüm merkez bankaları faiz artırırken, merkez bankamız ısrarla faiz indirimine gitti. Önce döviz fiyatında önlenemeyen artış başladı, karşılıksız para basıldı, ardından enflasyon kontrolden çıktı. Kendi ekonomik krizimizi yarattık. Krize çare olarak gözleri ışık saçan hazine ve maliye bakanı bütün uyarılara rağmen Kur Korumalı Mevduat (KKM) a geçildiğini ilan etti. 70 yılların sonunda Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde Dövize Çevrilen Mevduat (DÇM) olarak uygulanan yöntem o zaman ekonomimize fayda sağlamamıştı, (KKM) ta bugüne çare olmadı. Asgari ücretli ve emekliler açlık sınırı altında yaşamaya mahkum edilirken, vergiler bir avuç zengine faiz olarak ödenmeye devam ediyor. En acısı; bu fakir millete çok ağır bir bedel ödeten dönemin M.B. başkanı BDDK başkanı olurken, yine dönemin hazine ve maliye bakanı milletvekili olarak göreve devam ediyor. Hatalarının bedelini ise; fakir olan halk kuru soğana muhtaç olarak ödemek zorunda kalıyor.
Bir on yıl daha ülkeyi yönetme konusuna gelince: Bence doğru soru; bugün Atatürk ülkeyi yönetseydi ekonomi böyle mi olurdu diye sorulmalıydı. Kesinlikle olmazdı. Bu kadar eminim. Bilindiği gibi; Lozan antlaşmasında Osmanlı’nın batıya olan borçları da üstlenildi. Osmanlı dan gerçek anlamda tam bir enkaz devir alınmış olmasına rağmen hem borçlar ödendi hem de 1923-1932 yılları arasında ortalama % 7,22 lik bir büyüme hızı sağlandı ki Cumhuriyet tarihinin en yüksek büyüme hızıdır. Bu güne kadar görev yapan hiçbir hükümet bu orana yaklaşamamıştır. 1929 buhranı olarak ta adlandırılan dünya çapında yaşanan ekonomik krize rağmen henüz 6 yaşında olan genç Cumhuriyet Osmanlı dan kalan borçları da son kuruşuna kadar ödedi. Yöneticilerin; o dönem uygulanan devletçilik programıyla nasıl kararlar aldığını, millet kuru soğana muhtaç edilmeden, aç ve açıkta bırakılmadan krizin nasıl aşıldığını, Osmanlı dan kalan borçların nasıl ödendiğini, alt yapı ve üretime dönük sanayinin nasıl gerçekleştirildiğini belgeler, kararlar, raporlar ve yazılı anılardan mutlaka okumalarını, bazı dersler çıkarırlar umuduyla öneriyorum...
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum