GÜNEŞİN SOLDUĞU GÜN: 12 EYLÜL (2)
15 Eylül 2023, Cuma 13:59Aslında darbenin yaklaştığı yönünde işaretler vardı, siyasetteki kutuplaşma, kamplaşma inatlaşma çok yazık ki cehennemin yollarına iyi niyet taşı döşemekten başka bir işe yaramadı. Sıkıyönetim olmasına rağmen sokaklardaki ölümlü çatışmalar, suikastlar her gün ülkemizde sayıları onları bulan cenazeler kaldırılmasına ve toplumda nefret tohumları ekilmesine neden oldu. Cumhurbaşkanı süresi dolduğu için görevinden ayrıldı, TBMM de altı aya yakın sürede yapılan turlarda yeni cumhurbaşkanı seçilemedi. Bütün bu gelişmeler ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin içimizden devşirdiği yerli işbirlikçileri ve ajan provokatörlerin uyguladıkları planlar çerçevesinde gerçekleşti. İstedikleri sonucu almak için çatışmaların yeterli seviyeye ulaştıklarını görünce düğmeye basıldı. Darbe önlenebilir miydi; Bence hayır, önlenemezdi. Çünkü, ABD başta olmak üzere emperyalist devletler ne olursa olsun darbeyi kafalarına koymuşlar, planlamalarını ona göre yapmışlardı. Onlara göre amaçlarına ulaşmak için hiçbir gelişmenin darbeyi önlemesi söz konusu olmamalıydı, olmadı da. Kendi ifadeleri ile “olgunlaşması “ için en fazla bir yıl beklediler hepsi o kadar.
***
12 Eylül darbesinin ayak seslerinin hisseden CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit 6 Eylül 1980 günü İstanbul’da Petrol-İş sendikası’nın genel kurulunda yaptığı konuşmada Türkiye’de demokrasiye ilişkin bazı değerlendirmelerin ardından şu uyarılarda bulundu: “Sonunda korkarım ki biri çıkar, düdüğü çalar, ‘oyun bitti, herkes evine’ der ve anlamsız bir oyuna dönüşen demokrasi de böylece sona erer... Tribünlerden sahaya ininiz! İşçi hareketinin ortak politikasını ve stratejisini Anayasa ve yasalar çerçevesinde saptayınız! Yalnız işçileri değil, tüm çalışanları, köylüsü ile, memuru ile emeklisiyle tüm çalışanları ve çalışarak hayatını kazanmış olanları düşünerek, gözeterek, elbette ülkenin içinde bulunduğu bunalımı da gözeterek bu stratejiyi saptayınız! Birlikte izleyiniz! O zaman siz de kurtulursunuz, toplum da kurtulur, demokrasi de kurtulur, devlet de kurtulur. Demokrasimiz o zaman gerçek demokrasi olur; işleyen ve halka mutluluk getiren bir demokrasi olur ve sahadaki kavga da o zaman biter. ‘Yorgan gider kavga biter’ değil; yorgan büyür, kavga öyle biter. Ekmek büyür, hakça bölüşülür, kavga öyle biter.”
***
Ve sonunda korkulan oldu, birileri düdük çaldı; tanklar sokaklara çıktı, herkes evine gitti. Böylece oyuna dönen demokrasi sona erdi. Gerek darbe öncesi gerek darbe sonrası acılar, yaşananlar yürekleri dağladı, ocakları söndürdü. 12 Eylül darbesinin neden yapıldığı konusu doğru dürüst tartışılamadığı için toplum ne, nasıl oldu konusunda aydınlanmadı. 12 Eylül darbesine kendi cephesinden gerekçe bulmaya çalışan pek çok tez ortaya atıldı. Türkiye’deki ABD üslerinin yeniden açılması, 24 Ocak istikrar programı uygulamasına kolaylık sağlanması, dış sermayenin aradığı ucuz iş gücünün temin edilmesi ve sosyalist hareketinin gücünün yok edilmesi amacıyla yapıldığını ileri süren tezler bunlardan bazılarıdır. 12 Eylül belki de bunların hepsini kapsayan çok daha büyük bir organizasyon planı da olabilir. Ki bana göre öyle bu tezlerin hepsini kapsayan ülkemize geri dönüşü çok zor olan bir yola sokan plandı. O yol bizi bir batağa soktu ve 43 yıldır bu bataktan çıkmak için bocalayıp duruyoruz. 12 Eylül milletimiz için çok büyük bir yıkımdır, kapanmayan bir yaradır adeta. Çünkü; 43 yıldır sadece bu toprakların insanları ağlamış ve ağlamaya devam etmektedir. Bu haliyle 12 Eylül Türk Demokrasi tarihinde kara bir leke olarak anılmaya mahkum kalacaktır.
***
12 Eylül 1980 darbesinde kitlesel tutuklamalar ve ölümler önüne çıkan her şeyi yıktı, geçti. Yarattığı korku ikliminde halk başına dert açacağını bildiği için sırtını döndü, başını da önüne aldı. Hatta ölüm haberleri bir ara öyle arttı ki halk cenazeleri kanıksar hale geldi. Cezaevlerinde yaşananlar bile halkı uyarıp tepkisini harekete geçirmesine yetmedi. Ağızlar kapandı. Gözler gördü, kulaklar duydu, yürekler yandı ama ağızlar hep kapalı kaldı. 12 Eylül ile birlikte Türkiye suskunluğa gömüldü. Çok yazık ki o suskunluğun bugün bile sürdüğüne şahit oluyoruz. Tutuklananların ve fişlenenlerin aileleri yıllarca mağdur oldu. Ülke depolitizasyon’a sürüklendi. Cezaevlerinde insanlar işkenceden geçirildi, hor görüldü. 70'li yılların gençliği idealistti. Sağcısı olsun, solcusu olsun bir idealleri vardı ve fakat onlar da yasaklamalar ve baskılar altında zaman içerisinde dejenerasyona uğradılar, korktular, ya pop a ya top a yönelerek duyarsız ve tepkisiz hale geldiler. 12 Eylül sonrası artık her şey dış güçlerin planladığı ve özlediği hale geldi ki bunda en büyük rol ABD’nındır. Büyük tehlike olarak görülen solcular ortadan kaldırılmış, toptan cezaevine gönderilmiş, işkencelerden geçirilmiş ve bazıları da idam edilmiştir. ( İdamlarda adalet sağlamak için baş generalin ifadesiyle bir sağdan bir soldan asmışlar, yine aynı kişinin ifadesine göre; ne yapacaklardı yani asmayıp besleyecekler miydi ?) Sol diye bir şey kalmamıştır artık. Devlet idaresine itiraz edecek olan da yoktur. Halk sinmiş, korku ve dehşet her yanını kuşatmıştır. Gençlik bloke olmuştur. Ne acı ki 80 sonrası alınan kararlar ile, ekonomiye liberal bakış yerleştirilmiş, serbestleştirme-özelleştirme mantığı çerçevesinde zengin daha zengin olmuş, emek sömürüsü ile fakir iyiden iyiye fakirleşmiştir. Sonrasında herkes kısa yoldan köşe dönme sevdasına tutulmuş, kara para, kaçakçılık, uyuşturucu ticareti ve kullanımı, fuhuş, kumar, her geçen gün artmıştır. Yolsuzluk, vurgunculuk, iş bitiricilik, yankesicilik, dolandırıcılık ve derin devlet ilişkileri 80 sonrası topluma kazandırılan kavramlardır. 12 Eylül ile birlikte yoğun bir çöküş yaşanmıştır. Demokrasi çökmüştür, askerin güvenilirliği ve karizması ağır bir darbe almıştır. Toplumda ahlaki erozyon yaşanmıştır, değerler bozulmuştur.12 Eylül sonrası başka bir toplum, bambaşka bir gençlik oluştu. İdeolojisi olmayan, çabuk yorulan, bıkan, mücadele etmeyen, okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan, üretemeyen ama çok tüketen bir toplum haline geldik. Toplum o kadar derin bir uykuya daldı ki ne yapılsa, ne olsa bir süre sonra toplum onu kanıksıyor ve artık “o “ normal olarak kabul ediliyor. Adam belediye başkanı oluyor bildiğin hırsız, çalıyor, çırpıyor, tüyü bitmemiş yetim hakkı yiyor, zenginleşiyor, toplum tepki vereceğine “çaldı ama çalıştı diyebiliyor” Halbuki toplumun çalınanın kendi malı olduğunu bilerek, kabul etmemesi, direnmesi ve düzeltilmesi için mücadele etmesi gerekir. Ancak; bunun için önce toplumun o derin uykudan uyanması lazım. İşte tam da bu nokta da en büyük sorun: Toplum bu derin uykudan uyanmak istemezse kimsenin bu durumu düzeltemeye gücünün yetmeyecek olmasıdır.
Yazının devamı: “ 12 Eylül den önce Sağ-Sol çatışmaları neden önlenemedi ” 18/09/2023 pazartesi günü yayımlanacaktır.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum