Tekirdağ
29 Nisan, 2025, Salı
  • DOLAR
    33.09
  • EURO
    36.10
  • ALTIN
    2596.3
  • BIST
    11131.02
  • BTC
    63525.102$

ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAM

22 Nisan 2025, Salı 20:48

 Bu gün; TBMM nin açılışının 105. yılını kutluyoruz. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun.

     1921'de milli bayram olarak kutlanmasına karar verilen 23 Nisan, çocukları milletin geleceği olarak gören, onlara duyduğu güven ve sevgisinin ifadesi olarak 1929 yılında Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından çocuklarımıza armağan edilmiştir. Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun'da 20 Nisan 1983'te yapılan değişiklikle  Ulusal Egemenlik Bayramı' nın adı, "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" olarak değiştirildi. İlk olarak 6 ülkenin katılmasıyla uluslararası boyuta taşınan milli bayramımıza, dünyanın birçok ülkesinden çocuklar da gelmeye başladı.

   Türkiye, dünyada çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke olarak sürdürmektedir. Çocuklarımız bayramı kendilerine armağan eden Atatürk e layık olmaya, onu tanımaya, anlamaya çalıştıklarını her bayramda ispatlamak için adeta birbirleriyle yarışıyor. Buda bize Atatürk ün çocuklar konusunda da ne kadar doğru karar verdiğini gösteriyor.

   Ulusal egemenlik konusuna gelince; Bizi“büyüklere” Kurtuluş savaşımızı, Saltanat ve Hilafetin kaldırılmasını, Cumhuriyetin ilanını ve Cumhuriyet Devrimlerini akıllarından çıkartmama hatırlatması yapmaya zorluyor galiba. Bakın şimdi Atatürk bu konuda ne diyor: “Türk Devleti' nin dayandığı esaslar, tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız ulusal egemenliktir.” Atatürk Tam bağımsızlık derken; siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel, kısaca her hususta bağımsızlık ve serbestlik olarak tanımlıyor. 20 Ocak 1921 tarihli Anayasada da "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, idare usulü halkın kendi kendini idare etmesi esasına dayanır" olarak TBMM tarafından benimsenmiştir.

   Aslına bakıldığında milletimizin başına gelen bütün felaketlerin kendi geleceğini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklandığı görülmektedir. Mesela Birinci Dünya Savaşına girmek millet iradesi dışında olmuştur. Sevr anlaşması gerekçe gösterilerek İstanbul başta olmak üzere vatanımızın işgal edilmesi, İzmir, Ege bölgesi ve Trakya ‘nın  Yunan işgaline uğraması da Son padişah ile hükümetin imzaladığı  Sevr antlaşmasının 7. ve 24.maddesinin sonucudur. Millet, egemenliğine sahip olmadığı için kendini milletin sahibi olarak gören padişah ile sadrazam  kimseye sormadan milletin iradesini değil, kendi iradelerini uygulamışlardır. Kendi saltanatlarının devamını sağlamak için düşmanın her isteğini yerine getirmiş, onlarla birlikte hareket etmişlerdir.

    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK' e göre, "bu kadar acı tecrübeyi geçiren milletin, bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır. Milletimiz, hiç kimsenin iznine gerek görmeden milli egemenliğini almış ve öylece kullanmıştır. Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar yok olur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar."

     Atatürk ün TBMM açıldıktan sonra mecliste ulusal egemenlik ve milli siyaset konusundaki konuşmalarını kendi kaleme aldığı “Nutuk” tan yaptığım alıntılardan aynen aktarmak istiyorum.

     “Muhterem efendiler; Meclis' in açıldığı ilk günlerde, içinde bulunduğumuz vaziyet ve şartları izah ve  tatbikini uygun gördüğüm görüşlerimi arz ettim. Bu görüşlerin başlıcası, Türkiye'nin, Türk milletinin takip etmesi gereken siyasi prensiple alakalı idi. Malumdur ki, Osmanlılar devrinde muhtelif siyasi sistemler takip edilmiş ve ediliyordu. Ben bu siyasi sistemlerin hiçbirinin yeni Türkiye siyasi teşekkülünün sistemi olamayacağına kani olmuştum.

    Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele, çarpışma demektir. Hayatta muvaffakiyet, mutlaka mücadele ile mümkündür. Buda, manen ve maddeten kuvvete, kudrete dayanır. İnsanların meşgul olduğu bütün meseleler, maruz kaldığı bütün tehlikeler, elde ettiği muvaffakiyetler, ortaklaşa, genel bir mücadelenin dalgaları içinden doğmuştur. Harici siyasetin en çok alakadar olduğu ve  dayandığı husus, devletin dahili teşkilatıdır. Harici siyasetin dahili teşkilatla uyumlu olması lazımdır. Bir devletin dahili teşkilatı bilhassa milli olmaktan uzak olursa, siyasi sistemi de milli olamaz.

     Osmanlı Devleti' nin siyaseti milli değil, şahsi, belirsiz ve istikrarsız idi. Muhtelif milletleri müşterek ve genel bir unvan altında toplamak ve bu muhtelif unsur kütlelerini aynı hukuk ve şartlar altında bulundurarak kuvvetli bir devlet tesis etmek, parlak ve cazip bir siyasi görüştür; fakat aldatıcıdır. Hatta, hiçbir sınır tanımayarak, dünyada mevcut bütün Türkleri dahi bir devlet halinde birleştirmek, elde edilmesi imkansız bir hedeftir. Bizim kendisinde açıklık ve tatbik kabiliyeti gördüğümüz siyasi sistem,"milli siyaset"tir.

     Dünyanın bugünkü genel şartları ve asırların beyinlerde ve karakterlerde biriktirdiği hakikatler karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur; ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin kuvvetli, mesut ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin tamamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin, dahili teşkilatımıza tamamen uygun ve dayalı olması lazımdır.

     Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim mana şudur: Milli sınırımız dahilinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimiz e dayanarak mevcudiyetimizi muhafaza ederek millet ve memleketin hakiki saadet ve bayındırlığına çalışmak. Rastgele, sonu gelmez emeller peşinde milleti meşgul etmemek,  zarara uğratmamak. Medeni dünyadan medeni ve insani muamele ile karşılıklı dostluk beklemektir.

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum